23 Aralık 2009 Çarşamba

BENİM ADIM ORMAN

Ben de,pek çok dinleyicisinin olduğu gibi , Şebnem Ferah'ın son albümünü sabırsızlıkla bekleyenlerdendim. Bu nedenle albüm çıkar çıkmaz aldım ancak dinlemek bir kaç günü buldu. Öyle ayaküstü,parça parça dinlemek istemedim çünkü. Kendimi müziğe ve sözlere konsantre edip baştan sona dinlemek daha çekici geldi bu kez.

İlk önce karanlıkta gözlerimi de kapatıp dinledim tüm parçaları tek tek.Sonra bir tur da elimde albüm kapağını alıp sözlerini takip ederek dinledim. (Bildiğin ayin gibi oldu bu yaa :D) Müzik anlamında Şebnem Ferah'a ait olduğunu hissettiriyor tüm parçalar.Fakat sözler biraz daha farklı hisleri temsil ediyordu bu defa. Önceden tüm albümde olmasa bile çoğu parçanın içinde hayata ya da sevgiliye dair bir tepki,bir isyan sezilirdi. Bu defa daha dingindi sözleri ,sanki hayata isyanı bir kenara bırakıp yaşadıklarını olgunlukla kabullenmiş bir kadının ağzından dökülen sözler gibiydi. En azından bana böyle hissettirdi.

Tüm albümün dinlenmesini şiddetle tavsiye ederim ancak benim başlangıç olarak iki favori parçam var. Biri "Serapmış" , diğeri ise "Merhaba". Şu sıra içimden geçenlere ,söylediğim veya bir gün söyleyebilmeyi dilediğim cümlelere en yakın olan parçalar ...

Albümün ilk parçası ve benim de favori parçam olduğundan burada sözleri yer alsın istedim. :))

MERHABA

Eğer olduğun gibi geleceksen
Olduğum gibi seveceksen
Merhaba,zamanın ellerinden
Merhaba,tut vakit kaybetmeden

Dünyanın bütün günlerinden
En güzel günü bugün olsun

Hayattan hayallerinden istediğinden bahset
Düşünden düşündüklerinden hepsi olmuş farzet

Eğer olduğun gibi geleceksen
Olduğun gibi görüneceksen
Merhaba,zamanın gözlerinden
Merhaba,bak vakit kaybetmeden

Dünyanın bütün nehirlerinden
Sözlerimiz seslerimiz aksın

Hayattan hayallerinden istediğinden bahset
Düşünden düşündüklerinden hepsi olmuş farzet
Tam olduğun gibi tam göründüğün gibi
Tam hissettiğin gibi istediğin gibi

Hayattan hayallerinden istediğinden bahset
Düşünden düşündüklerinden hepsi olmuş farzet

Hayattan hayallerinden istediğinden bahset
Düşünden düşündüklerinden hepsi olmuş farzet


NOT :09 OCAK 2010'da BOSTANCI GÖSTERİ MERKEZİ'NDE ŞEBO'NUN KONSERİ VAR.DUYURULUR :D (ALBÜMÜN GALASI)

20 Aralık 2009 Pazar

ALINTI

"...Hakk'ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine,teslim ol.Bırak hayat sana rağmen değil , seninle beraber aksın."Düzenim bozulur,hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme.Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?"
(Alıntı: Elif Şafak,Aşk )

15 Aralık 2009 Salı

SÜKUT-U HAYAL

Neden ufacık bir an’a bu kadar anlam yüklüyorum ki ben? Neyi neden üstüme alınıyorum? Belki de benimle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir cümleden bu kadar anlam çıkarmak da neyin nesi? Kendini çok önemli görmek mi sebebi yoksa önemsenmeyi çok istemek mi o cümlenin sahibince? Hangisi? Hala belki diyorum fark ettin mi? “Belki de benimle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir cümle” diye… Hala boş bir beklenti üzerine ihtimal hesapları yapıyorum. Aslında yaptığım tek şey kendi kendimi incitmek değil mi? Boşa çıkan her ihtimal yeni bir düş kırıklığı sadece… Hüznü önceki kırıklara eklenip yaşanan yeni gibi görünen ama çok da yabancı olmadığım düş kırıklarından biri :(

En iyisi hiç düşünmemek bunları belki de, düşündükçe kendime kızıyorum çünkü… En iyisi kafamı olabildiğince işle güçle doldurmak sonra da kalabalığın arasına karışıp gürültünün içinde kafamın içini dolduran tüm düşüncelerden sıyrılmak… Belki böyle yorunca kendimi, boş beklentilerden ihtimaller üretip bana oyun oynayacak hali kalmaz aklımın… Bir de rüyalar var tabii. Ama onlar için yapılacak bir şey yok. O kadar güçlü değilim henüz…
(Fonda :Badem,Bir an için)


Sükut-u hayal sonunda hep elde kalan
Yanımda olsan da uzanıp tenine dokunsam
Yeni başlayan hep bilip de uymayan
Koca şehir duymaz
Bir tek sen ve bir de kahkahan
Gerisi sükut-u hayal...

3 Aralık 2009 Perşembe

BİR ŞİŞE ŞARAPTAN MEZUNİYETE...


Biliyorum blog açılalı bir ayı geçti bir şey yazmadım. Yok, vazgeçmedim yazmaktan.Aslında mezuniyet dönüşü bir kenara birazcık karalamıştım aklımdan geçenleri. Ama hastalıktı, işti, bayramdı derken toparlayıp buraya geçirmek zaman aldı. Tamam, istesem yazardım. Tamam tembelim evet bunlar işin bahanesi.Amaan.. Ne olmuş yani sen hiç mi bahane uydurmadın yapmadığın şeyler için? Her neyse dinliyor musun? O zaman başlıyorum :

...Daha havalimanında başladı curcunamız. İstesek hepimiz aynı uçuşa denk gelemezdik. Sanki üniversiteden servis yollamışlar mezuniyete gelelim diye. Uçak da rötar yapınca başladık muhabbete… Havalimanını da kampüse çevirmeyi başardık anlayacağın.

Yarım saat rötardan sonra sonunda havalanmıştı uçağımız. Günlerdir konuştuğumuzdan mı bilinmez garip bir heyecanla çıkmıştım o gün yola. İple çekmek deyimindeki gibi iple çekmiştik bu küçük İzmir kaçamağını tören tarihi belli olduğu günden beri… “Gidebilecek miyiz? Eğitim de var ama ertelenir mi?” derken sonunda İzmir’deydik.

İzmir,23 senelik yaşantımın belki de en güzel, en eğlenceli yıllarını geçirdiğim şehir…

“Sahi neydi bu şehri bu kadar çok sevmeme, özlememe neden olan şey?” diye düşündüm, bizi şehrin içine taşıyan otobüsün camından kordonu seyrederken… “ Neydi bu şehri benim için bu kadar güzel kılan şey? Mekânlar mı? Nereden gelmiş olursan ol ayrım yapmadan kucak açması mı? Yoksa kordondan bakınca içinde kaybolduğum manzara mı? ”.Aslında cevap çok uzağımda değildi.Ve aslında o cevap otobüste hemen yanı başımdaki gürültünün içinde gizliydi. Evet,anılardı benim için bu şehri özel kılan, öznesi dostlar olan dostlarla paylaşılan anlardı.


Neler paylaşılmamıştı ki geride kalan dört yılda… Bir başladı mı bitmek bilmeyen doğum günü organizasyonları (Mart’tan itibaren her hafta bir kutlama), ancak yetişir diye 5 gün evvelden başlanıp nedense her defasında son gün yapılan projeler (Evet çenemiz düşük, evet batak oynamayı seviyoruz ne olmuş yani? :P ),cümbür cemaat ders çalışılan(!??!!!) vize öncesi geceleri , ders saatlerinde yapılan kordon sefaları, öğle arası toplanılan köşe başı (Bkz. Üniversite II’nin karşı köşesi) ,onca öneriden sonra yine gidip Köz’de yenilen öğle yemekleri,ders çıkışı kırk saat ayrılamadığımız bölümün merdivenleri ve daha bir çoğu. Her birimiz kendi ayaklarımızın üzerinde durmayı öğrenirken destek olmuştuk birbirimize fark etmeden. Fark etmeden birbirimizin gurbetteki ailesi olmuştuk.10 kişilik kocaman bir aile…

Şimdi bizimkilerle ilk tanıştığım anı anımsadım birden. Hazırlığı okuduğumuz sene. Yurt bahçesindeyim. Doğum günüm o gün. Odadaki kızların ısrarıyla şarap fuarından kalma zulamdan bir şişe şarap var elimde. Karar verdik içeceğiz o şarabı o gün. Ama elimizde ne tirbişon var ne de mantarı şişenin içine itecek güç. Yurt bahçesinde bu işe gönüllü olacak tanıdık birilerini arıyor gözlerim o an. Sonra birden gözüme birkaç gün önce tanıştığım bizim bölümden bir kız takılıyor. Adı Sevil. Hemen yanında Leyla var. O da bizim bölümden. Onu da geçen gün Sevil tanıştırmıştı zaten. Yanlarında da bir çocuk var. (Bkz. Oğuz kuzum) O çocuğa açtırsam diyorum şarabı aslında. Vazgeçiyorum sonra. Garip kaçar diyorum şimdi, o kadar samimiyetim yok ki kızlarla. Çocuğu desen hiç tanımıyorum. Diğer tarafta yanımda Müşra mantarın canına okumuş oymuşta oymuş. Yok, olmayacak böyle diyorum garip kaçarsa da kaçsın açtıracağım bu şarabı. O şarap bugün içilecek kafaya koyduk bir kere. Sonunda elimde bir şişe şarap gidiyorum yanlarına

- Şey affedersin rica etsem bunu açabilir misin?

Bu cümleyi söylememle hemen yan tarafta voleybol oynayan gruptaki diğer çocukların yanımıza gelmesi bir oluyor.

--- Açarız ama biz de içeriz ;)

Ve böylece tanışıyoruz bizimkilerle...


Her hafta bir kadeh şarap içmek sağlığa yararlıymış ,öyle derler. Doğru mudur bilmem ama 30 Mart 2005 ‘te içtiğim o bir kadeh şarabın benim hayatıma kattığı güzellikler aşikâr… ;)

Not: Canım arkadaşlarım hepinizi çok seviyorum.

31 Ekim 2009 Cumartesi

HAKKIMDA DERKEN?

Hımm bir bakalım…1986 yılında Söke’de doğmuş. (Doğum saati Mardin Münih Hattı’nın bölüm sonuna tekabül ediyormuş :D)

Çocukluğu kavuniçi emziğiyle(inatla 4 yaşına kadar vazgeçmemiş),yedi kiremitle, saklambaçla, balkon altlarında oynanan evciliklerle, bisikletle, dizindeki yaralarla,susam sokağıyla,sokakta salçalı ekmek yiyip macuncu amcayı beklemekle geçmiş.(Hala bir macuncu görünce çocuk gibi sevinirmiş.)

İlkokulu kendi kitapları arasında sessiz sakin bir çocuk olarak geçirmiş.Ortaokul yıllarında sakinlikten sessizlikten pek eser kalmamış.Kafkas oynamış işi abartıp bir nevruz zamanı türkü bile söylediği rivayet edilirmiş(Bence siz söyletmeyi denemeyin :P )Liseye geldiğinde kırılgan,alıngan yanlarını budayıp hayatı mizahi yönleriyle görmeyi keşfetmiş.Daha çok gülmeye,insanların arasına karışmaktan ve onları dinlemekten daha çok zevk almaya başlamış.

Üniversitenin ilk yılını gezmekle tozmakla geçirmiş.(Aslında tam olarak o sene için planı da buymuş.)O sıralara gezentiliğin kronikleşeceğini bilmiyormuş tabii :) 1.sınıfa geldiğinde “Acaba yanlış bir meslek mi seçtim?” kaygılarıyla ortalıkta dolaşırken ARGEFAR’da yarı zamanlı olarak işe başlamış.Mesleğini de çalışmayı da burada sevmiş. 3. Sınıfa geldiğinde yazılımla uğraşmak istediğini keşfetmiş NYG’de 5 kişilik bir ekiple (G.G) bir yazılım projesinde çalışmaya başlamış(Namı değer OBS ;D ) 4. Sınıf malumunuz yok teze bakalım,yok iş başvurusunda bulunalım,yok efendim son zamanlarımız kordonda sefa yapalım derken öylece geçmiş gitmiş…

Peki şimdi mi? Şimdi İstanbul’daymış.Bohçasını kaptığı gibi bir minibüs dolusu arkadaşıyla Güneşli’ye,Garanti Teknoloji’ye göç etmiş.Bir rivayete göre mouse’la program yazıyormuş.(Ben de anlamadım :P)

Özetle geride bıraktığı memleketini,ailesini ve İzmir’ini çok özlese de hayatında açtığı bu yeni sayfaya yazacaklarının hayalini şimdiden kurmaya başlamış bile…

İşte öyle…